YONCA KIZ - KEMAL BİLBAŞAR
 
 
Kitap Hakkında Bilgi:

Bu eser Kemal Bilbaşar‘a ait Yüz Temel Eser olarak seçilen bir romandır. 

KONUSU: İç Anadolu’nun bir kasabasında yaşayan Yonca Kız ve ailesi, heyelan nedeniyle çıkarıldıkları evlerinden, parasız­lık nedeniyle, yeni yapılan evlerden satın alıp oturamadıkları için, çareyi İzmir’e göç etmekte bulurlar. Yonca Kız ve ailesinin başın­dan türlü işler geçer Babası Öldürülür. Yonca Kız kaçırılır. Ama tüm çekilen acılar bir gün son bulur ve Yonca Kız ile annesi mutlu bir şekilde yaşamaya başlarlar.

ÖZETİ:

Kale kasabası, killi yamaçlar arasında yükselen büyük bir pe-ribacası üzerine kurulmuş bir Orta Çağ kalesidir. Geçmiş çağlar­dan kalan bu kalede yaşayan insanlar da, her şeyleriyle o döne­min insanlarına benzemektedirler.
Kasabanın erkekleri para kazanmak için uzak şehirlere ça­lışmaya giderler. Kadınlar ise, evlerindeki dokuma tezgâhlarının başında harıl harıl bez dokurlar. Bu bezler, İzmir ve Denizli’deki tüccarlar tarafından ördürülmektedir.
Buranın çocukları, başka yerlerdeki çocuklar gibi oyun oy­namasını bilmezler ama masura sarmasını, mekik atmasını, tarar kullanmasını çok iyi becerirler.
Yonca Kız, bu kasabada dünyaya geldi. Annesi Gonca, baba­sı ise Mehmet Torlak idi. Yonca Kız, daha kırk günlük iken, kasa­banın yeri heyelan bölgesi olduğu için, boşaltılması karan çıktı. Şantiyeler kuruldu, dev gibi makineler çalışmaya başladı. Üç yıl kasabanın erkekleri dışan gitmeyip, inşaat işinde çalıştılar. Ancak, üç yıl sonunda, bu eski evlerde oturanların, parası karşılığında yeni yapılan evlere taşınabilecekleri karan açıklanınca, çaresiz İzmir’e göç etmeye karar verdiler.
Mehmet Torlak’m İzmir’de oturan, fabrika sahibi, çok zengin olan teyzesinin oğlu ibrahim Bey’in yanma gitmeye karar verdi­ler.

Yaptıkları uzun yolcukta. Yonca Kız, gördüğü manzaralar­dan ve kalabalıklardan çok etkilenmişti. Durmaksızın meraklı bakışlarla seyrediyor, her şeyi kavramaya çalışıyordu.
izmir’de İbrahim Bey’in yazıhanesine vardıklarında, bir ak­raba gibi değil de, İş İstemeye gelmiş birileri gibi karşılandılar. İbrahim Bey, buyurgan bir tavırla, Mehmet’in kapıcılık yapacağı­nı, Gonca’nın ise, köşkte ev işlerine yardım edeceğini belirttikten sonra, onları köşke yolladı.
Köşke vardıklarında, İbrahim Bey’in hanımı ve kızı Şehvar’m soğuk karşılamalarına rağmen, Mehmet Torlak’ın tey­zesi Ayşe Hanım ve köşkte çalışan Arap Sultan Bacı, onları büyük bir içtenlikle bağırlarına bastılar. Böylece, Yonca Kız ve ailesi için yeni bir hayat başlamış oldu.
Ancak, bu kısa sürmedi. Bir gün, Şehvar’ın kendi oyuncakla­rını kırıp, Yonca Kız’ın üzerine atması üzerine, evin hanımının takınmış olduğu tavır yüzünden, Yonca Kız ve anası sabahtan akşama kadar ağladılar. Mehmet Torlak, akşam eve gelip durumu anlayınca, oradan ayrılmaya karar verdiler ve hemen bir mahalle­de küçük bir ev bulup taşındılar. Ayşe Teyze, olanlara çok üzül­müştü. Mehmet ise, kapıcılığı bırakıp, İbrahim Bey’in fabrikasın­da çalışmaya başladı. Fabrika ve oturdukları çevreden insanlar, gecekondu için Boğaziçi sırtlarında bir arazi bulmuşlardı. Her kes oraya hü­cum ediyordu. Mehmet Torlak da bunlar arasındaydı. Kendisine bir arsa ayarladıktan sonra, sıra evi yapmaya gelmişti. Fakat ne tecrübesi, ne de parası vardı. Fabrikadan bu işlerden anlayan birisini buldu. O kendisine neyi nasıl yapacağını anlattı. Bu arada, Mehmet’in teyze oğlu olduğunu bilmediği fabrika sahibinin de karaborsacılığını, vurgunculuğunu, memleketteki teyzesinin mi­rasına hile ile el koyup, teyzesi çocuklarını kandırdığını da söyle­di. Mehmet’in kafası karışmıştı. Ayşe Teyze’nin yanına gidip, ev için para lazım olduğunu, İbrahim Bey’in biraz borç verip vere­meyeceğini sordu. Ayşe Teyze “tabii ki verir” deyip oğluna gön­derdi, İbrahim Bey Mehmet’i her zaman ki buyurgan tavrı ile değil, candan bir dostu imiş gibi karşıladı. İstediği beş yüz lirayı verip
“daha ne kadar gerekirse gel vereyim, aramızda paranın lafı mı olur?” dedi. Mehmet bin bir şükran duyguları ile yanından ayrıldı.
Ev sahibi olacaklar diye, evde bir bayram havası vardı. Üç gün sonra ev yapacakları yere geldiklerinde, kendi arsalarının birileri tarafından alınmış olduğunu gördüler. Aralarında kavga çıktı. Kavga sırasında Mehmet, kimliği bilinemeyen birisi tarafın­dan bıçaklanarak öldürüldü. Gonca Kadın, ağlayarak kendini yerlerden yerlere atıyordu. Yonca Kız ise daha ölümün ne oldu­ğunu bilemeyecek yaşta idi. “Baban cennete gitti” diyenlere inanı­yordu. Ancak, cennete gidenin bir daha dönmeyeceğini söyledik­lerinde o da ağlamaya başladı.
 Yonca Kız’ın Kocaninesi:
Ayşe Teyze, Mehmet’in Ölüm haberini bir hafta sonra oğlun­dan öğrenince, Mehmet ve ortada kalan çocukları için günlerce ağladı. Çocuklara sahip çıkmak istiyor, ancak huysuz gelini yü­zünden köşke getiremiyordu. Bursa’daki zengin ve çocuğu olma­yan kız kardeşi Hatice’nin yanına göndermeye karar verip, mek­tup yazdı.
Hatice Hanım birkaç gün sonra geldi. Gonca Kadın evde İşte iken, gelip evde gördüğü Yonca kızı çok sevdi. Yonca Kız’da, “Kocaninem” dediği Hatice Hanım’ı çok sevmişti…
 Yonca Kız’ın Yeni Dostları:
Gonca Ana, önce gitmemek için ayak direttiyse de, Yonca Kız’ın geleceğini düşünerek razı oldu. Bir kez daha yolculuğa Çıktılar. Yonca Kız, Kocanine’sinin dizinin dibinde yolları seyre­diyordu. Halinden çok memnundu.
Bursa’ya varınca, şehirdeki minarelerin çokluğu, Yonca Kız’ı çok şaşırtmıştı. Konağa gelince, daha da şaşırdı. Çünkü onu bü­yük bir sürpriz bekliyordu. Bir bebek yüzünden olanları öğrenen Hatice Hanım, Yonca Kız’ın odasına çok güzel bir bebek koy­durtmuştu. Yonca Kız, Kocaninesine sarıldı, öptü öptü. Gonca Ana da çok duygulanmıştı. Kocasını düşünerek o da gözyaşları dökmeye başladı.

Sonra bahçeyi gezmeye çıktılar. Karam isimli çoban köpeği İle tanıştılar. Kümesteki hayvanlara yem attılar. Bahçede ayrıca, Ada Tavşanları, Tavus kuşları da vardı. Ve bir de “Beşir Bey” denilen maymun. Yonca Kız ve anasının mutluluklarına diyecek yoktu.

Yonca Kız:
Yeni hayatlarına çabuk alıştılar. Hatice Hanım, Gonca A-na/ya “Gelinim” diyor, onun fazla iş yapmasına izin vermiyordu.
Hatice Hanım, Yonca Kız iyi yetişsin diye onun odasını eğiti­ci oyuncaklarla doldurdu. Ana okuluna yazdırdı. Yonca Kız oku­lunu çok sevdi. Arkadaşları ile çok iyi geçiniyor, onlara her konu­da yardımcı oluyordu. Arkadaşlarına evdeki hayvanları anlatıyor, onların taklitlerini yapıyordu. Bir gün, birkaç arkadaşını eve geti­rip, Kocanine’den izin alarak onları gösterdi de. Çocuklar çok sevinmişler, Yonca Kız’ın arkadaşlarının yanındaki İtibarı da artmıştı. Hele hele, Kocanine’nin öğretmen ve diğer çocukların da gelip gezebileceklerini söyleyince,dünyalar kendilerinin olmuştu..
Hatice Hanım, evin bahçenin bir bölümünü çocuklar için o-yun parkı yapmaya karar verdi. Ancak, bunu hiç kimseye söyle­medi. Gonca Ana ve Yonca Kız’ı, kaplıcası olan bir otele, birkaç gün istirahat etmeleri için gönderdi. Bütün hazırlıklarını tamam­ladıktan sonra çağırdı.
23 Nisan kutlamalarına Yonca Kız ve okulu da katılıyordu. Yarışmada kendi sınıflan birinci olunca çok sevindiler. Ancak, sırada onları bekleyen başka sürprizler de vardı. Öğretmen ve bütün sınıf arkadaşları ile birlikte konağa gidip, oyun bahçesini gördüklerinde sevinçlerinden havalara zıpladılar.

İlkokula başlama günü geldiğinde, Yonca Kız’ın nüfus kağı­dı olmadığı ortaya çıkınca, Hatice Hanım, Yonca Kız’ı kendi nü­fusuna kaydettirmeye karar verdi. Bunu sadece Ayşe Teyze’ye söyledi. Ayşe Teyze bu karan evdekilere söyleyince, hem gelini hem de oğlu, çok sinirlenip, olmadık hakareti saydılar. Ayşe Tey­ze bu duruma çok üzüldü ve Sultan Bacı’yı da yanına alarak, köşkten ayrılıp, Bursa’ya geldi.

Köşktekiler, bu misafirlere çok sevindiler. Hatice Hanım, “Bunların gözü doymaz, zaten Yonca Kız olmasaydı, her şeyimi Kızı­lay’a bırakacaktım” dedi.
Şimdi Yonca Kız’ın iki tane Kocaninesi vardı.
O yaz hep birlikte Uludağ’a tatile çıktılar. Kışın başka güzel olan Uludağ, yazın da bir başka güzeldi. Hatice Hanım, köşkteki maymun ve köpeği de getirtmiş, onlara otelin bahçesinde kalacak yer yapnrtmıştı. Günler neşe içinde gelip, geçiyordu. Sadece hasta­lanan Sultan Bacı bir süreliğine aralanndan ayrılmak zorunda kal­mıştı.

Dağdaki Çocuk Hırsızı:
Yonca Kız, bir gün yine, yanında köpekle kırlara gezmeye çıkmıştı. Çalılık bir yere geldiklerinde köpek havlamaya başladı. Çalılara yaklaştı ve yerde yatan bir adam gördü. Adam,”Ayağım kırıldı, yerimden kalkamıyorum, yardım et” deyince, Yonca Kız, elini uzattı. Uzatır uzatmaz, adam çocuğu eterle bayılttı. Sonra da kızın elbiselerini değiştirdi. Çıkarttığı elbiseleri İse yanında getirdiği hayvan kanına bulayarak sağa sola ata ata hızlı bir şekilde, kuca­ğındaki çocukla uzaklaştı.
Yonca Kız’ın kaybolduğunu saatler sonra fark ettiler. Ağlaya ağlaya, her tarafı Jandarmalar ve çevredeki insanlarla birlikte aradılar. Ertesi gün, Jandarmalar Yonca Kız’ın kanlı elbiselerini bulunca, hem onun hem de köpeğin canavarlar tarafından parça­lanıp, kaçırıldığına karar verdiler. Gazeteler, “Canavarlar tarafın­dan kaçırılıp parçalanan küçük kız” diye haberler yaptılar.
Gonca Ana, Hatice Hanım ve Ayşe Teyze perişan bir hal­deydiler.

Yonca Kız Asiye Oluyor:

Köşkte Yonca Kız’ın yası sürerken, Yonca Kız kendisini kaçı­ran çingenelerin arabanın içinde eli, kolu bağlı, ağzı bantlı bir şekildi yatıyordu. Sonra yıkık bir değirmene gelip, iki çadır kur­dular. İkİ erkek, iki kadın, iki de çocuk vardı… Yonca Kız ile, kaçırdıkları maymun ve köpeği değirmene hapsettiler.
Yonca Kız, sevdiği hayvanlarla böyle bir yerde bulunmaları­nı aklına sığdıramıyor, korkulu bir düş gördüğünü sanıyor, uya­nınca tekrar kendini Uludağ’da, sevdiği insanlar arasında bulaca­ğını umuyordu. Sonra uyudu.
Kendisini kaçıran adamın tekmesi ile uyandı. Adam ona “Bundan sonra senin adın Asiye tamam mı?” deyince, korkudan “Evet, benim adım Asiye” dedi.
Çingene, o gün kırbaç zoruyla Yonca Kız’a yeni adını, işini vb. ezberletti.
Çingene Hasan’la karısı Çevriye, Yonca Kız’ı Asiye kılığına sokmak için haftalarca çalıştılar. Bir süre sonra Yonca Kız, yüzü güneşten kavrulmuş, derisi çarıklaşmış, saçları yıkanmamaktan keçeleşmiş, entarisi yamalı, sarı çiçekli Çingene Asiye olup çık­mıştı.
Çingene Hasan hayvanlara istediğini yaptırıyordu. Eşeğe dans ettiriyor, Maymun’a körük çektiriyordu. O kışı değirmende geçirdiler. Yonca Kız her yatağa yatışında, geride bıraktığı sevdik­lerini düşünüyordu…

Bahar gelince, panayır panayır dolaşmaya başladılar. Çinge­ne Hasan’ın kurduğu çadırda, Yonca Kız ve hayvanlar gösteriler yapıyorlardı…
Yonca Kız bu yaşayıştan usanmış, her an kaçmanın yollarını aramaya başlamıştı. Ama nasıl? Bir gün, kendi arabaları bir lokan­tanın önünde durmuş, Hasan ve kardeşi yemeğe inmişlerdi. Bir kamyon gelip, kendi arabaları ile oturanlar arasındaki görüntüyü kapatınca, Yonca Kız için aradığı fırsat doğmuştu. Hemen, köpe­ğini de yanına alarak, usulca kamyona çıkıp, çuvalların arasına girdi. Biraz sonra da kamyon hareket etti.

Dört Yapraklı Yonca:
Kamyon şoförü uyumak için bir kenarda durunca, Yonca Kız köpeği ile birlikte kamyondan atladı. Vakit sabaha karşı idi. Uzak­ta bir kasaba gözüküyordu. Yürüyerek kasabaya geldiler. Akşama kadar kasabada gezip, dolaştılar. Kimse onlara bir şey sormuyordu. Zaten Yonca Kız görünümü ile bir erkek çocuğunu andırıyordu. Gece olunca bir kenarda uyudular. Yonca Kız, rüya­sında köşkü, sevdiklerini, çingene Hasan’ı, kendisine yardım eden masallardaki devi gördü. Bir el dürtünce uyandı. Karşısında ta­nımadığı bir kadın vardı. Kadın Yonca Kız’a sorular sordu. Hiç kimsesi olmadığını Öğrenince evlerine götürdü. Zaten kendisinin de çocuğu yoktu. Belki de bu kızı Allah göndermişti.
Kezban kadın’ın urgancılık yapan kocasının ismi Ali idi. “Ba­şımıza iş çıkaracaksın, karakola bildirelim” dediyse de karısına dinle­temedi. Sağa sola da “Asiye’yİ evlat edindik” dediler.
Kezban kadın ve kocası Asiye’yi çok sevdiler. Hele Kezban çok mutluydu. Yalnız çocuğun geceleri uykusunda sayıklayarak söylediği sözler, bir sırrı olduğunu gösteriyordu…
Bir gün, oturdukları kasabaya panayır kurulduğunu Öğrenen Urgancı Ali, hepsini alıp gezmeye götürdü. Asiye, Ali’nin boynu­na sarılıyor, “gitmeyelim” diye diretiyordu. Aü ise “korkmamasını” söylüyor, kızın bu kadar korkmasına bir anlam veremiyordu.
Yonca Kız haklıydı. Biraz sonra, çingene çadırını ve Önünde­ki Hasan’ı görünce “Gidelim babacığım, çocukları kaçıran adam orada” diyerek ağlamaya başladı. Urgancı Ali, durumu anlamıştı. Hemen çocuğu hanımına bırakıp Hasan’ın peşine düştü. Nihayet, halk ve iki jandarma ile beraber Hasan’ı yakaladılar.
Yonca Kız Parkı’ndaki Tören:
Çingene Hasan her şeyi itiraf etti. İzmir’de bîr fabrika sahibi ile hanımının kendisine para vermesi üzerine bu işi yapmıştı.
Yonca Kız İse Urgancı Ali ve Kezban Hanım ile birlikte Bursa’ya gelmiş, önce okulu, okuldaki Öğretmeni vasıtası ile de köşkü bulmuşlardı.

O gün köşk çok kalabalıktı. Çünkü bahçenin arkasındaki o-yun parkının ismini kaybolan kızın hatırasına “Yonca Kız Parkı” koymuşlar, bütün çocukların kullanması için tören tertip etmiş­lerdi.
Yonca Kız’ı karşılarında görünce, ortalık tam bir bayram ye­rine döndü. O sevinç haykırışları, o sevinç gözyaşları görülmeye değerdi. Yonca Kız’ı bir anası, bir Ayşe Teyze, bir Hatice Hanım sıra ile gözyaşları içinde koklayarak öpüyorlardı.
Hatice Hanım, Kezban kadını muayene ettirerek, çocuğu o-Iabileceğini doktorlardan öğrendi. Urgancı Ali ve arkadaşlarının kuracakları kooperatif için bankadan gereken kredinin çıkartılma­sı için talimat verdi. Artık onlar da ailenin bir parçası olmuşlardı.

İki Melek Kız:
Mahkeme Salonu çok kalabalıktı. Sanık sandalyesinde İbra­him Bey, Hanımı, Çingene Hasan ve ibrahim Bey’in Mehmet Tor-lak’ı öldürtmek için kiraladığı iki serseri vardı. Hepsi de, ağır hapse mahkûm oldular…
Mahkemeden sonra, Şehvar kızı da yanlarına aldılar. O huy­suz ve şımarık kız, yaşananlardan sonra yerini, olgun ve akıllı bir kaza bırakmıştı.Yonca Kız ve Şehvar kız artık birlikte okula gidi­yor, birlikte oynuyorlardı. Her kes onlar için, “İki Melek Kız” diyordu.

 Etiket: yonca kız, yonca kız kitabı özeti, yonca kız  kitap özeti, yonca kitabının özeti yonca kız kitabı  hakkında bilgi.100 temel eser ilköğretim,




0 Yorum - Yorum Yaz
Üyelik Girişi
DUYURU
booked.net