VELİ REHBERİ

     

VELİLER İÇİN REHBERLİK BİLGİLERİ

ANA - BABA TUTUMLARI
Eğitimciler çocukların gelecekte uyumlu ve başarılı olabilmeleri için en sağlıklı eğitim yollarının geliştirilmesi çabası içindedirler. Her ne kadar kişilik gelişiminin insanın yaşamı boyunca süregeldiğini kabul etsek de, kişilik gelişmesi ve yapılanmasında temelin çocukluk döneminde atıldığı gerçeği geçerliliğini korumaktadır. Sosyal uyum üzerine yapılan çalışmalar, ailenin çocuk üzerindeki ilk etkilerinin son derece önemli olduğunu göstermiştir.

Aile tutumları ve anne-babanın ve ailenin diğer bireylerinin çocukla olan etkileşimi, çocuğun aile içindeki yerini belirlemektedir. Çocuğa yöneltilen davranış ve ona karşı takınılan tavır, ilk yaşantıların örülmesinde büyük önem taşımaktadır. Okul öncesi dönemde çocuk, sosyal birey olmayı öğrenirken aynı zamanda özdeşim yapacağı bir modele gereksinim duyar. Kişilik oluşumu için gerekli olan özdeşim, büyük olasılıkla aile içindeki yakın bir üye ile gerçekleşmektedir. Genellikle özdeşim nesnesi anne-baba olmaktadır, fakat ağabey, teyze, hala, dayı ya da amca gibi aile içinden bir erişkin de özdeşim nesnesi olabilir. Bu üyelerin bozuk bir kişilik yapısına sahip olması halinde, olumsuz davranış örneğinin çocuğa yansıma olasılığı artmaktadır.

Çocuk yetiştirmede ve ailenin çocuğa karşı tutumlarını belirlemede, anne-baba tarafından çocuğun gelişim dönemlerinin özelliklerinin neler olduğunun bilinmesi çok önemlidir. Çocuk erişkinin küçük bir modeli değildir. Çocuğu erişkinden ayıran bir çok özellik vardır. Çocuğun kanıtlanabilir en güçlü tarafı ve üstünlüğü öğrenme güdüsüdür. Çocuk, Montessori`nin "emici zihin" diye adlandırdığı bir yetiye sahip olarak doğar. Kültür, töre, ülkü, duygu, davranış ve inançların "emilip" benimsenmesi, çocuğun doğumuyla altı yaşı arasındaki "emici zihin" döneminde gerçekleşir.
Aile,ilişkiler yumağı şeklinde gözlemlenir. Olumlu veya olumsuz herkes birbiriyle ilişkidedir. Aile üyelerinden birinin başarısı veya başarsızlığı herkesi etkiler. Aile içindeki çatışmalar (kardeşler arası, anne-baba, anne-çocuk veya baba-çocuk çatışması v.b.) da aile içindeki her bir bireyi etkiler. Ancak çatışmaları önem sırasına koymak gerekirse, anne-baba çatışması ailenin tüm bireylerini diğerlerine oranla çok daha fazla etkilemektedir. Aile için, anne-baba ilişkisi daha temeldir.  

OLUMSUZ AİLE TUTUMLARI

Ailenin çocuk yetiştirmedeki tutumunu ve çocuk yetiştirmeyle ilgili sorunlarını anlamak için aile tutum modeli yararlı bir yaklaşımdır.

Çocuğun anne-babadan aldığı iki şey vardır: Sevgi ve Eğitim. Sevgi; kabullenme, koruma, kollama ve sevecenlik gibi bütün olumlu duyguları içerir. Eğitim ise; öğretilen herşeyi, verilen bilgileri, becerileri, yasakları, kuralları, inançları, değer yargılarını, görgü kurallarını ve insanın sosyalleşmesi için gerekli olan tüm toplumsal değerleri kapsar.

Olumsuz aile tutumlarında ailenin verdiği sevgi ya yetersiz veya aşırı, eğitim ise gevşek ya da sıkı olmaktadır. Aşırı sevgi tutumunda, aile çocuğu sevgiye boğucu, onu çok koruyucu ve aşırı kollayıcıdır. Bunun sonucu olarak çocukta bağımlılık ve güvensizlik gelişir. Çocuk karşılaştığı her olayda anne-babasına yaslanır, onlara güvenir fakat kendisine güvensizdir. Sevgi yetersizliği veya yokluğu sonucu ise, çocukta kendine ve çevreye karşı güvensizlik ve olumsuz duygular gelişir. Doğal olarak aşırı sevginin veya yetersizliğinin dedereceleri vardır. Sevgi yetersizliğinin en aşırı ucu, çocuğu terketmek veya kabullenmemektir. Yetersiz sevginin, aşırı sevgiye göre sonuçları daha ağır olmaktadır .

Sıkı eğitim, çocuğa olur olmaz yasaklar koyma ve yaşanmaz kurallar ile çoçuğu yetiştirmedir. Sıkı eğitim ve disiplin uygulayan anne-babalar çocuğu kendi tasarladığı bir kalıba göre yetiştirmek amacını güderler. Çocuk sıkı birdenetim altında tutularak en küçük yanılgı ve hataları gözden kaçmamakta, bunların üzerinde önemle durulmakta ve düzeltmesi istenmektedir. Böyle aileler fiziksel cezayı ön planda kullanmakta ve çocuklara kendilerini yönetme fırsatı vermemektedir. Bireyin kendine güvenini ortadan kaldıran, onun kişiliğini hiçe sayan birdisiplin yöntemi olan sıkı eğitim ile büyüyen çocuklar kibar, sessiz, uslu ve dürüst olmalarına karşın küskün, çekingen, kolay etkilenebilen, huysuz ve aşırı hassas bir yapıya sahip olabilmektedir. Gevşek eğitimde ise; hoş gör, boş ver; anlayışı egemendir. Bu anlayışta; Her şeyi hoş gör; çocuktur her şeyi yapar; çocuk özgür olmalıdır; onun her dediğini yapın; ona sevgi verin yeterlidir; şeklinde yüzeyel ve asılsız öğretiler vardır. Bu tutumda çocuğun olumsuz davranışları aşırı hoşgörü ile karşılanır. Aşırı gevşek tutumla yetiştirilen çocukların bencil, sabırsız ve anlayışsız oldukları ileri sürülmektedir. Aşırı denetim çocuğu pasifleştirirken aşırı hoşgörü çocuğun şımarmasına neden olmakta ve olgunlaşmasını engellemektedir. Bazı ailelerde ise disiplin bulunmakta, ancak ne zaman ve nerede uygulanacağı belli olmamaktadır. Anne-babaların tutumu aşırı hoşgörü ile katı cezalandırmalar arasında gidip gelmektedir. Böyle bir ortamda büyüyen çocuk hangi davranışın ne zaman ve nerede yapılacağını ayırdedemez. Tutarsızlık, bir günün bir güne uymaması biçiminde olabileceği gibi anne-babanın birbirine çok aykırı ceza ve eğitim anlayışlarının olmasından da kaynaklanabilir. Bu tutum sonucunda çocuklarda iç çatışmalar ve huzursuzluklar gelişir, ardından dengesiz ve tutarsız bir yapının oluştuğu gözlenir.

 

Disiplin:            Aile içindeki denge ve düzenin oluşturulmasında büyük önem taşır. Ancak disiplin toplumumuzda çoğunlukla "cezalandırma" ile eşanlamlı olarak değerlendirilmektedir. Her ne kadar kelime anlamıyla "katılık" ve "kuralcılık" gibi kavramları çağrıştırıyorsa da gerçek anlamda disiplin, cezalandırma kadar ödüllendirmeyi de içerir ve çocuğun topluma uyumunu kolaylaştıran davranışın yönlendirilmesini amaçlar. Disiplin, çocuğaistenilen davranış ve alışkanlıkları öğretir, kendi kendini denetleme ya da içdenetim demek olan ahlak gelişimini sağlar. Disiplin, tutarlılık ve esneklik gibi temel ilkeleri içermelidir. Katı ve baskıcı disiplinle davranışı yönlendirmeyi amaçlayan anne-baba; çocuğun kendilerine karşı korku, öfke ve kızgınlık içinde olmasına neden olur, çocuğa saldırgan olmayı ve sorunlarını şiddet yoluyla çözmeyi öğretir ve zayıf vicdan ve ahlak gelişimine yol açar.

Araştırmalarda disiplin yöntemi olarak ödüllendirmenin ceza vermekten daha etkili olduğu saptanmıştır. Disiplin hem yeteri kadar hem de çocuğun yaşına uygun olmalıdır. Kurallar açık olmalı ve uygulanabilmelidir. Ceza verilmesi gerekiyorsa hemen uygulanmalı ve üstü örtülmemelidir. Ceza, çocuğun özüne değil de davranışlarına yönelik olmalıdır. Anne-babalar çocuklarına sevgi, anlayış, sabır ve hoşgörü ile disiplin vermelidir.

Anne-baba-çocuk ilişkilerini içinde yaşanan toplumun etkileri belirler. Türk aile ve eğitim sistemine bakıldığında, genelde otoriter, kısıtlayıcı, aşırı koruyucu ve kontrol edici bir yapının ortaya çıktığı, çocukların saygılı, başeğici, pasif ve uysal kişilik yapısıyla biçimlendiği, kurallara uygun davranışlar ödüllendirilirken; aktif, sorgulayıcı, atılgan davranışların cezalandırıldığı görülmektedir. Başka bir deyişle, toplumumuzda çoğunlukla pasif ve söz dinleyen çocuklar anne-babayla olumlu ilişkilere girmekte, kendi görüşlerini ifade edebilen aktif ve girişken çocuklar ise çatışma kaynağı olmaktadır. Hoşgörülü ve demokratik ailelerde büyüyen çocuklar, arkadaşları ile ilişkilerinde daha etkin, daha girişken, yaratıcı fikirler ileri sürebilen ve fikirlerini söyleme eğiliminde görülen çocuklar olmaktadır.

Sevgi ve şefkat insan ruhunun üretebildiği en gönül okşayıcı duygulardır. Sevgi, övgü ve takdir insana değerli olduğu duygusunu verir; değerli olduğunu hisseden insan da çevresine değer verir. Hepimizin ortak amacı çocuklarımızın fiziksel ve ruhsal olarak sağlıklı yetişmesidir. Bunda anne-babaların tutumlarının etkisinin büyük olduğu gerçeği yadsınamaz. Anne-babalarınçocuklarına yönelik tutumlarının sağlıklı olması, büyük ölçüde onların kendi içlerinde barışık, dengeli, huzurlu ve birbirlerine karşı sevgi ve saygılı olmalarına bağlıdır.

Çocukların gösterdiği uyum ve davranış sorunlarının nedenlerinden birisi de ana babalarının onlara uygun sınırlar koymamalarıdır. Bazı ailelerde disiplin yok gibidir. Çocuğun tüm davranışları hoşgörüyle karşılanır. Çocuktur yapar; O daha çok küçük yüklenmeyelim; düşünceleriyle çocuğa sınırsız haklar tanınır. Çocuk istenmeyen bir şey yaptığında ana baba yumuşak bir şekilde; Yapma measjı verir, defalarca aynı mesajı tekrarladıktan sonra ikna edici nedenler ve açıklamalarda bulunulur. Bu arada çocuk istediği şeyi yapmaya devam etmektedir.

Bazı evlerde ise disiplin vardır ancak ne zaman, nerede uygulanacağı belirsizdir. Anne babanın tutumu aşırı hoşgörü ile sert cezalandırmalar arasında gidip gelmektedir. Normalde izin verilmeyen bir davranış, anne babanın uğraşacak zamanı olmadığında ya da keyifleri yerinde olduğunda görmezlikten gelinir. Çocuk nerede durması gerektiğini bilemez. Davranışlarını; Ne zaman yaparsam cezadan kurtulurum; sorusuna göre ayarlar.

Anne babalar kendi ruh durumları, çocuğun yapısı ve çevre koşulları nedeniyle çocuklarına karşı tutarsız davranabilirler. Hiçbir evde her zaman tutarlı olmak mümkün değildir. Burada sözü edilen tutarsızlık sürekli devam eden tutarsızlıktır. Birgün görmezlikten gelinen davranış, ertesi gün ağır ceza görüyorsa, annenin yaptığını baba bozuyor ya da babanın verdiği cezaya anne karşı çıkıyorsa, tutarsızlık gerçekten vardır. Tutarlı olmayan yaklaşım gevşek ve katı tutumların tüm sakıncalarını taşır. Çocukların sorumluluk almalarını engeller hem de onları aşırı deneme ve isyana teşvik eder.

Tutarsız yaklaşım içinde annelerin sık başvurduğu yollardan birisi de acındırma yoludur. Beni çok üzüyorsun, Sizin yüzünüzden hasta oldumr, Beni birazcık seviyorsan yapma; diyerek çocuğun söz dinlemesini sağlamaya çalışan anneler vardır. Bu yolla çocuk endişelenir ama yine söz dinlemez hatta daha hırçın davranır.

Bütün gün bağıran, azarlayan, söylenen anneler vardır. Çocuk davranışını annenin ses tonuna göre ayarlamayı öğrenmiştir. Anne en yüksek ses tonuyla bağırmadan söz dinlemez. Babaya şikayet etmek, babanın öfkesiyle korkutmak da diğer bir tutarsız yaklaşım örneğidir. Akşam baba eve gelince önce çocukların bütün gün yaptıkları anlatılır daha sonra; Bu seferlik affet babası bir daha yapmayacağına söz versin; denilerek babayla çocukların arasına girilir. Çocuk uyarıların uygulanmayacığını öğrenir, ertesi gün aynı senaryo tekrar yaşanır.

Uygulanması sakıncalı olan ama ana babaların sık başvurduğu yöntemlerden birisi de çocuğa küsmektir. Konuşma benimle, ben senin annen değilim; Git başka anne bul; cümleleriyle çocuğu yola getirmeye çalışmak ve bunu uzun süre sürdürmek çocuğa küsmeyi öğretir. Çocuk tedirgin olur ve annenin kendisiyle barışması için elinden geleni yapar. Sonunda zaten vicdanı rahat olmayan anne hiçbirşey olmamış gibi barışır. Bazen anne çocuk arasındaki ilişki küslük öncesinkinden daha yakın olur.

Bir disiplin aracı olarak söz edilmesi uygun olmayan ama günümüzde halen uygulanmakta olduğu için üzerinde durulacak bir yöntem dayaktır. Dayak bir anlık öfke ile başvurulan, çoğu kez amacını aşan bir cezadır. Öğretici değeri olmayan, etkisi kısa süren bir yıldırma yöntemidir. Dayak yiyen çocuklar çoğunlukla neden dayak  yediklerini unuturlar. O gün babasının kendisini dövdüğünden yakınan bir çocuğa o gün neler olduğu sorulduğunda, olayı hatırlamadığını söyleyecektir. Aklında kalan tek şey dayak yemiş olduğudur
Disiplin, bir eğitim aracı olarak düşünüldüğünde korkutma, utandırma, gururunu kırma gibi kavramlarla iç içe olmamalıdır. Disiplinin iki temel amacı vardır; Birincisi, çocuğa anlaşılır, kesin ve sınırları olan, güvenli bir ortam sunmaktır. Bu ortam çocuğun sağlıklı gelişimi için gereklidir. Disiplinin ikinci amacı ise, çocuğun kendi kendini yönetme yeteneği yani özdenetim kazanmasıdır. Çocuk denetim altında değilken de öğrendiklerini uygulayabilmeli, kurallara uymayı sürdürebilmelidir. Ana babası yanındayken kurallara uyan, ama denetim kalkınca çığrından çıkan çocuk özdenetim yeteneği kazanmamış demektir.

Bazı ana babalar, disiplini, sorun olduğu zamanlarda başvurulacak uygulamalar olarak görürler. Çocuğum söz dinlemediği zaman ne yapmalıyım?, Bana vurduğu zaman ben de ona vurabilir miyim?, Verdiğimiz hiçbir ceza işe yaramıyor, ne yapacağımızı şaşırdık; ifadeleri bu bakış açısını tanımlar. Bu ana babalar için disiplin, acil durumlarda dokunulması gereken bir alarm düğmesidir. Böyle birdisiplin anlayışı eğitici değil cezalandırıcıdır. Önceden bir hazırlık yoktur, olay anında tepkisel yaklaşılır. Bu duruma gelmemek için disiplin, yaşamın birparçası olarak görülmeli, sorunları önceden önlemek için neler yapmamız gerekiyor; sorusuna yanıt aranmalıdır.

Ana babaların etkili ve kesin sınırlar koyamamasının bir nedeni de çocuklarının sevgisini kaybetme korkularıdır. Çocuklar ana babanın bu korkusunu hissederler ve sınırlarla karşılaştıklarında onları sevmemekle tehdit ederler. Sen kötü bir annesin, senden nefret ediyorum; çok acımazsızsın, beni hiç sevmiyorsun; gibi cümlelerle anne babaya geri adım attırmayı başarırlar. Hiçbir çocuk sınırları isteyerek, memnuniyetle kabul etmez. Çocuğun kural koyan ana babaya; Bu kuralları benim iyiliğim için koyduğunuzu biliyorum, iyi ki kurallarınız var; demesini beklemek yanlıştır. Ana baba olmanın zor taraflarından birisi de konulan kurallar nedeniyle çocuğun kızgın olmasını tolore edebilmek ve geri adım atmamaktır. Çocuğuyla yakın ilişki kurmayı onunla arkadaş gibi olmakla karıştıran ana babalar da vardır. Arkadaşlık ilişkisinde eşitlik vardır, taraflar biribirlerine öneride bulunabilir, kararlar uzlaşarak alınır, yaptırım yoktur. Önerilen şey istenirse yapılır, istenmezse yapılmaz. Oysa çocuklar için evde tutarlı kurallar ve sınırlar koyan, sevgi ve destek veren bir ana baba gereklidir. Anababa sınırını koymalı, çok memnun olmasa bile uygulamaya devam etmelidir.

 Disiplin İçin Önemli İlkeler

1. Tutarlılık disiplin için en önemli ilkelerden biridir. Ana baba çocuğu uygun olmayan bir isteğine birkaç kez Hayır dedikten sonra sonunda Evet diyorsa, çocuk ısrar etmesinin işe yaradığını öğrenecektir.
2. Ana babanın söz birliği ve işbirliği yapması disiplin için gereklidir. Anne çocuğa; Dışarı çıkmadan önce oyuncaklarını topla; dediğinde baba; Bırak gitsin, arkadaşları bekliyor; diyorsa çocuk işine gelen kuralı dinleyecektir.

3. Ana baba davranışlarıyla çocuğa örnek olduğunu unutmamalıdır. Anne baba öğrettikleri kuralları kendilerinin de sergiliyor olması gerekir. Kardeşine vurduğu için çocuğunu döven bir baba, kimsenin kimseye vurmaması gerekir kuralını önce kendisi bozmuş olur. Çocuklar ana babaların birbirilerine nasıl davrandıklarını gözlemlerler. Eşini sürekli eleştiren ya da ona alaycı bir şekilde yaklaşan bir babanın yanında çocuğun kardeşine olumlu ve saygılı davranması beklenemez.

Anne babaların, çocuklarına karşı tutumlarını etkileyen başlıca faktörler şöyle sıralanabilir:

Anne ve babanın zihinlerinde nasıl bir çocuk istedikleri konusunda, daha doğumdan önce hayali bir çocuk kavramı oluşur. Dünyaya gelen çocuk, anne ve babanın beklentilerine uygun olmadığı takdirde, oluşan kırıklık sonucu, anne babada red etme tavrı gelişir.

Toplumun kültürel değerleri, çocuklarını yetiştirme konusunda anne-babaların tutumlarını etkiler.

Çocukların sayısı, cinsiyeti ve kişilik özellikleri anne-babanın tutumlarını etkiler (uyaran çocuk anne-babanın dikkatini daha çok çeker, kendisiyle ilgilendirir).

Bütün bunların dışında, anne-babanın kendi çocukluk yıllarındaki deneyimleri, şimdiki tutumlarında etkili olabilir. Çocukluk yıllarında kendi anne babasıylasağlıklı bir etkileşim kuramayan, yeterli sevgi göremeyen bir baba ya da genç kızlık yıllarında aşırı baskı altında büyümüş bir annenin tutumları, bu kötü deneyimler nedeniyle olumsuz olabilir.

Yine aile içinde eşler arasındaki ilişki, çocuklara karşı takınılan tavrı etkileyen bir başka faktördür. Örneğin, eşiyle anlaşamayan, mutsuz bir anne, tüm sevgisini çocuğuna vererek onunla aşırı derecede bütünleşebildiği gibi, tam tersine, saldırgan bir tutuma da bürünebilir.

OLUMSUZ AİLE TUTUM ŞEKİLLERİ

Aşırı sevgi ve gevşek eğitim:

Bu tutumu gösteren ailelerde sevgi, çocuğa şımartılacak derecede çok verilir ve disiplin yok denecek kadar azdır. Çocuktan çok az şey beklenir. Bu tarz yetiştirilen çocuklar genellikle erişkinlik yaşamlarında sorumluluk taşımayan, hep alıcı bireyler olarak karşımıza çıkar. Burada verilen sevgi, aşırı vericilik ve aşırı koruyuculuk biçimindedir. Disiplin tarzları ise yalancı bir hoşgörü biçiminde görünürse de aslında ailenin güçsüzlüğünün ve yetersizliğinin bir sonucudur. Çocuk ne kadar büyümüş olursa olsun, aile ona ilk yıllarda olduğu gibi daima vermeye ve korumaya eğilimlidir. Böyle çocukların ileride, doyumsuz ve bencil olma olasılığı fazladır. Eğer aile varlıklı ise çocuğu bir süre daha doyurulabilir; çocuk dayanaksız ve doyumsuz kaldığında ise alkol, kumar ve madde kullanımına başlama olasılığı artar.

1.) Aşırı sevgi ve sıkı eğitim:Burada sevgi, aynı birinci tutumda olduğu gibi aşırı verici ve koruyucu bir davranışla sunulmaktadır. Ancak çocuğa bir bebek gibi bakıldığı halde, kendisinden beklenenler çoktur. Hiçbir şey esirgenmez; özel dersler aldırılır, çeşitli olanaklar sağlanır. Buna karşılık çocuktan ileri düzeyde başarı beklenir. Bu tutumla yetiştirilen çocukların nevrotik olma olasılıkları çok yüksektir. Bu beklenti, sevgi ile beraber sunulduğundan çoğunlukla çocuklar tarafından kolay benimsenir ve benliğe sindirilir. Bazen çocuk bu özellikleri çok sindirmiştir ve kendisini aşırı derecede kontrol eder;  böylece acımasız bir üst benliğe sahip erişkin olarak yetişir.

2.) Yetersiz sevgi ve aşırı disiplin:Sıkı eğitim vardır ve disiplin genellikle aşırı cezalarla uygulanır; en küçük şeyde cezalandırma (dayak, şiddet) yoluna gidilir. Çocuk çoğunlukla aşağılanır ve horlanır. Böyle yetiştirilen çocuklarda saldırgan ve antisosyal davranışlara eğilim artar. Bu tür ailelerde büyüyen çocuklar, karşı çıkma ve saldırganlık gibi yollarla kendilerini kabul ettirmek isterler ve kendi iç dünyalarını açıklamakta zorlanırlar.

3.) Gevşek eğitim ve yetersiz sevgi:Bu durum yoksul ve kalabalık ailelerde gözlenir. Çocuğa düşen sevgi ve ilgi payı azdır. Çocuğun eğitimi de yetersizdir. Böyle çocuklar  "saldım çayıra, mevlam kayıra" anlayışı ile yetişir. Çocuk, kendi yolunu bulmaya çalışır. Böyle çocuklar pasif ve donukturlar. Bu tutumda da disiplinsizlik söz konusudur, ancak disiplinsizliğin buradaki nedeni sorumsuzluk ve ilgisizliktir. Sevginin yetersiz oluşu aşırı iticiliğe neden olur. Çocuk yeterli sevgi ve bakım görmez. Hazır olmadığı çağlarda bağımsızlığa zorlanır; bir an önce kendi kendisine yetmesi ve kendisine bakması beklenir.SAĞLIKLI

TUTUM:

Ailenin çocuğa karşı tutumunun iki temel öğesi vardır; 1. Sevgi, 2. Disiplin. Kuramsal olarak en olumlu tutum, temel gereksinimleri en uygun biçimde karşılayan, kişide kendi kendisini doyurabilme yetisi geliştiren, iki temel öğeyi en sağlıklı biçimde ve oranda içinde bulunduran tutumdur.

Diğer Olumsuz Aile Tutumları

a. Anne ve babanın tutumları arasında tutarsızlık: Bu tutumda, bir çocuğa annenin ayrı, babanın ayrı bir tutum izlemesi söz konusudur. Çocuğa konulan sınırların sürdürebilmesi için anne-babanın davranışlarında tutarlı olması gerekir.

b. Aile içindeki kardeşlere farklı tutumlar: Burada çocuklar arasında ayrımcılık vardır. Örneğin, kız çocukla erkek çocuk arasında veya yatağını ıslatan çocukla diğer çocuklar arasında ayırım yapılır.

c. Aile içi kutuplaşmalar: Aile içinde bazen klikleşmeler, aile içindeki bir grubun başka gruba ya da kişiye karşı çıkması, gizli anlaşmalar oldukça sık görülür. Bazen anne-baba çocuklara karşı, çocuklar anne-babaya karşı, bazen de bir çocukla baba, bir başka çocukla anneye karşı kutuplaşabilir. Çocuk aile içinde herkesin yüklendiği bir şamar oğlanı da olabilir.

Ergenlik, bireyin içinde bulunduğu toplumun onu artık bir çocuk gibi görmeyi bıraktığı, fakat yetişkin rolü ve işlevinin tümüyle verilmediği bir yaşam dönemi olarak nitelendirilebilir. Çocukluk dönemindeki dengeli ve uyumlu kişi, yerini oldukça tedirgin, zor beğenen, çabuk tepki gösteren gence bırakır. Çabuk sevinir, çabuk  üzülür, çabuk öfkelenir. Her şeyi sorun yapar. Tepkileri önceden kestirilemez olur. Duygusal bağımsızlığını gerçekleştirme isteğinde
olan ergenle ilişkinizde, hazırlamış olduğumuz bültenin sizin için bilgilendirici olduğu kadar ilgi çekici de olması ümidiyle.

Ergenlik dönemi bilişsel gelişim demektir, yani soyut düşünceye geçiştir. Bu değişim düşüncede hipotetik düşünmeyi ve olasılıkları düşünebilme gücünü arttırır. Artık anne-babanın söylediği her şey  önceki dönemlerdeki gibi sorgusuz sualsiz kabul edilmez. Ergenlik döneminde bulunan genç, kendi iç dünyasını keşfetmeye başlar. Kendi öznelliğini kazanmak ister. Onun için bağımsızlık en iyi ideal  olur. Bu idealinin önündeki en büyük engel olarak aileyi görür. Artık ergenin çocukluk döneminde olduğu gibi saf bir inancı yoktur. Hayatın eleştirel sentezi, ilk kez ergenlik döneminde başlar. Bu eleştirel yaklaşım her alanı etkiler. Bu dönemde ortaya çıkan değişikliklerde hem çevrenin, hem de aile ve okulun çok dikkatli olması gereklidir. Ergenlik dönemindeki gençlerden gelen istekler ve yeni arayışlar bir anlamda aile sisteminin değişmesine, ailedeki güç dengesinin sarsılmasına yol açar. Her zaman olduğu gibi aile içindeki  değişmeye karşı anne-baba, eski dengesini ve eski otoritesini kurmak için çaba gösterir ve ergenin arzularına karşı direnebilir. Anne-babadan özellikle davranış, tutum ve ilgiler bakımından bağımsız olmaya girişen ergenler, genellikle önceden izin almadan, ardından da, ayrıntılı rapor vermek zorunda kalmadan bir şeyleri arkadaşlarıyla birlikte yapmak isterler. Daha çok çöplüğe benzeyen odasının kapısına "özel mülkiyet", "uzak durun" levhaları astığını belli sürelerde anımsarsınız. Fakat, bağımsızlığın getirdiği özgürlükle birlikte, anne-babaya ve diğer  yetişkinlere duyulan sevgi ve saygıyı veren bir başka boyut daha vardır. Bu boyut, vermeyi ve almayı her iki tarafı da anlamayı gerektirir. Havınghurst'un (1972) belirttiği gibi ergenler, anne-babalar, onların üzerinde otorite kurmaya kalkıştığında sıklıkla baş kaldırırlar. Ama anne-babalar onları sorumlu yetişkin gibi davranmaya yüreklendirdiğinde, bağımlılık göstermeye çalışırlar.

Ergenlik dönemi dengesiz ve düzensiz bir evredir. Bu evre "gence hiçbirşey anlatılamadığı için, anlatma çabasının yoğun olduğu bir  dönem" olarak açıklanabilir. Dönem, bir çelişkiler dönemidir.
Yalnızlıktan duyulan hazzın yanı sıra bir gruba katılma özlemi, yetişkini hor görme ama ona dayanma; endişe ve umutsuzluğa karşın geleceğe coşkuyla yöneliş bu çelişkilerin en belirginleridir. Bu evrede duyguların şiddet kazandığı görülür. Bunlar sinirlilik, öfke, bağırma, herşeye karşı gelme gibi özelliklerdir. "İstediğim gibi giyinip gidemiyorum, bu okuldan hoşlanmıyorum.",
"Çok çalışıp, bütün sorulara cevap verdiğim halde yine zayıf aldım,  hep bu öğretmenin yüzünden." "Neden hep onun istediği yere gidiyoruz, gitmeyeceğim artık." Bu cümleler farklı kişilerin ağzından çıkmış, ama her birinin ortak bir yanı var: Öfke...
İçine buharlı basınç sıkıştırılmış tencere, eğer subabı aracılığı ile dışarıya biraz buhar aktaramaz ise ne olur? Patlar!
Öfke, enerjinin açığa çıkması olarak ele alınabilir.
Öfke tipik bir yağmurdan kaçarken doluya tutulma eylemidir  diyebiliriz.
Öfke de tipik üzüntü ve mutluluk gibi bir duygudur. Ancak öfke duygusu pek çok kişiye ürkütücü gelmektedir. Çünkü bu duygunun çevreye ve ait olduğu bireyin kendisine yansımaları oldukça olumsuz olabilmektedir. Olumsuz bir duygunun kabul  edilmesi de pek kolay olmadığı için birey "öfkesini" bir türlü anlayamamakta, hatta inkar bile edebilmektedir. Öfke oldukça güçlü  bir duygudur ve inkar edildiği takdirde kolaylıkla zarar verebilecek bir hale dönebilir. Öfkeli olduğumuz zaman mantıklı iletişim kurmamız hemen hemen imkansız gibidir. Öfke iki temel nedenle ortaya çıkabilir. Bu nedenlerden birincisi bireyin kendisinden, ikincisi ise karşısındaki birey(ler)in onda  oluşturduğu duygulardan kaynaklanabilir. Genellikle öfkeye yol açan  nedenler arasında; engellenme, haksızlığa uğrama, fiziksel ve psikolojik incinme ve yaralanmalar, tacize uğrama, hayal kırıklığı, saldırıya uğrama, tehditler sayılabilir.
Çocuklukta öfke duygusunu yaratan durum ve olaylarla bu  duyguların dışa vurumu anne-baba ve ailedeki diğer yetişkinlerin  taklit edilmesi ile öğrenilir. Öfkenin her durumda dışa vurulmasının  olumlu bir davranış olmadığı yine aile ve yakın çevrenin etkisi ile çocuğa ve ergene kazandırılır. Böylece ergen öfkesini ne zaman, kimlere karşı dışa vuracağını, ne zaman da bastıracağını bilerek  yetişir. Anne babası ile olan ilişkisinde bağımsız isteklerinin  etkilenmesi, baskıcı otoriter davranılması, evdeki yasaklar ergeni öfkelendirir.

Gururunun zedelenmesi hem üzüntü ve kırıklık yaratır  hem de öfke doğurur. Gençlerin sık sık yaşadıkları bir sorundur; çünkü kontrol etmeyi henüz öğrenememişlerdir. Öfke çabucak  alevleniyorsa, kaygılanacak birşey yokmuşçasına hızla söner. Öte yandan öfkenin altında yatan kırgınlık duygusu paylaşılmazsa en  ufak bir kışkırtma sorunların yeniden yaşanmasına neden olabilir.

Öfke duygusuna saldırganca davranışlar gösterme tepkisi eşlik edebilir. Bazı ergenler öfke ve düşmanlık duygularını, ya kendilerine yöneltebilirler ya da kendilerini daha güçlü hissettikleri çevrelerde  daha güçsüz kişilere yansıtabilirler.  Olumlu ya da olumsuz her duygu gibi öfkenin de bir ömrü var. Bu ömür tamamlandığında öfke kaybolur. Ancak öfkenin bu tatsız süreyi kısaltmak ve onu daha iyi anlamak için tüketilmesi gerekir.
Bu nedenle ergenin, kızgınlığının neyi tetiklediğini bulması ve başa çıkabileceği stratejileri geliştirmesi gerekir. Öfkeyi doğru ifade etme becerisini kazanmaya "öfke kontrolü" denir. Öfke kontrolünde temel  amaç; saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen, kişinin kendisine ve çevresindekilere zarar vermeyecek şekilde duygusunu ifade etme  becerisini kazanmasıdır.

Ergenin duygusal bağımsızlığını kazanma sürecinde öfke kontrolünü  sağlaması tek taraflı yeterli değildir.Ancak ebeveyn de aynı ergen  gibi yaşayabileceği öfke ile başedebildiği taktirde ilişkileri olumlu  etkilenecektir.
Öfkenizin gerçek kaynaklarına odaklanmayı öğrenin. "Bu  durumda beni öfkelendiren şey?", "Burada asıl sorun ne?", "Ne  düşünüyor ve hissediyorum?", "Değiştirmek istediğim ne?" gibi  soruları sormak yerinde olacaktır. İletişim becerilerini kullanın. Bu söylediklerimizin duyulması ve  farklılıkların tartışılması şansını arttıracaktır. Bazı ilişkilerde sakin ve suçlamalardan uzak bir konum sağlamak, uzun soluklu bir  değişim yaratmak açısından çok önemli olabilir. Açık ve etkin bir  iletişim kurmak, koşulların iyi olduğu durumlarda bile oldukça  güçtür. Öfkelendiğinizde ise, daha da güçleşir. Ne de olsa,  fırtınanın tam ortasındayken kendinizi gözlemlemeniz ya da  esnek davranmanız pek olası değil. Duyguların yoğun olduğu  durumlarda  sakinleşmeyi  ve  yakındığınız  etkileşimlerde  oynadığınız rolün ayırdına varmak üzere biraz geri çekilmeyi öğrenmelisiniz.  Farkında olmadan çok sık kullandığınız ve sizi kızgınlık  duygularına hazırlayan, "asla!" ya da "her zaman!" gibi sözcükleri  zihninizde yakalamaya çalışın. Bu tür sözcükler kızgınlık  duygunuzda haklı olduğunuzu düşünmenize yol açar ve  problemin çözümüne katkıda bulunmaz.

Kendinize; öfkeyle hiçbir şeyi çözemeyeceğinizi, bunun kendinizi  daha iyi hissetmenize yardımcı olmayacağını, hatta kendinizi  daha da kötü hissedebileceğinizi hatırlatın.
Mantık öfkeyi yener, çünkü haklı bir nedene bağlı olsa da, çok  çabuk mantık sınırlarını aşabilir. Bu yüzden öfkelendiğinizi  hissettiğinizde mantığınıza sığının.  Öfke kontrolünü öğreten pek çok yöntem vardır. Doğru yöntem kişiden kişiye değişir. Doğru yöntemi belirlerken; kişinin kendi  kişiliğine, yaşam tarzına uygun olanı seçmesi ve seçtiği yöntemi uygularken günlük yaşamında fazladan sıkıntı hissetmemesi göz  önüne alınması gereken temel faktörlerdir. 

ANA-BABA TUTUMLARI

Eğitimciler çocukların gelecekte uyumlu ve başarılı olabilmeleri için en sağlıklı eğitim yollarının geliştirilmesi çabası içindedirler. Her ne kadar kişilik gelişiminin insanın yaşamı boyunca süregeldiğini kabul etsek de, kişilik gelişmesi ve yapılanmasında temelin çocukluk döneminde atıldığı gerçeği geçerliliğini korumaktadır. Sosyal uyum üzerine yapılan çalışmalar, ailenin çocuk üzerindeki ilk etkilerinin son derece önemli olduğunu göstermiştir.

Aile tutumları ve anne-babanın ve ailenin diğer bireylerinin çocukla olan etkileşimi, çocuğun aile içindeki yerini belirlemektedir. Çocuğa yöneltilen davranış ve ona karşı takınılan tavır, ilk yaşantıların örülmesinde büyük önem taşımaktadır. Okul öncesi dönemde çocuk, sosyal birey olmayı öğrenirken aynı zamanda özdeşim yapacağı bir modele gereksinim duyar. Kişilik oluşumu için gerekli olan özdeşim, büyük olasılıkla aile içindeki yakın bir üye ile gerçekleşmektedir. Genellikle özdeşim nesnesi anne-baba olmaktadır, fakat ağabey, teyze, hala, dayı ya da amca gibi aile içinden bir erişkin de özdeşim nesnesi olabilir. Bu üyelerin bozuk bir kişilik yapısına sahip olması halinde, olumsuz davranış örneğinin çocuğa yansıma olasılığı artmaktadır.

Çocuk yetiştirmede ve ailenin çocuğa karşı tutumlarını belirlemede, anne-baba tarafından çocuğun gelişim dönemlerinin özelliklerinin neler olduğunun bilinmesi çok önemlidir. Çocuk erişkinin küçük bir modeli değildir. Çocuğu erişkinden ayıran bir çok özellik vardır. Çocuğun kanıtlanabilir en güçlü tarafı ve üstünlüğü öğrenme güdüsüdür. Çocuk, Montessori`nin "emici zihin" diye adlandırdığı bir yetiye sahip olarak doğar. Kültür, töre, ülkü, duygu, davranış ve inançların "emilip" benimsenmesi, çocuğun doğumuyla altı yaşı arasındaki "emici zihin" döneminde gerçekleşir.
Aile,ilişkiler yumağı şeklinde gözlemlenir. Olumlu veya olumsuz herkes birbiriyle ilişkidedir. Aile üyelerinden birinin başarısı veya başarsızlığı herkesi etkiler. Aile içindeki çatışmalar (kardeşler arası, anne-baba, anne-çocuk veya baba-çocuk çatışması v.b.) da aile içindeki her bir bireyi etkiler. Ancak çatışmaları önem sırasına koymak gerekirse, anne-baba çatışması ailenin tüm bireylerini diğerlerine oranla çok daha fazla etkilemektedir. Aile için, anne-baba ilişkisi daha temeldir. 
 
 

OLUMSUZ AİLE TUTUMLARI

Ailenin çocuk yetiştirmedeki tutumunu ve çocuk yetiştirmeyle ilgili sorunlarını anlamak için aile tutum modeli yararlı bir yaklaşımdır.Çocuğun anne-babadan aldığı iki şey vardır: Sevgi ve Eğitim. Sevgi; kabullenme, koruma, kollama ve sevecenlik gibi bütün olumlu duyguları içerir. Eğitim ise; öğretilen herşeyi, verilen bilgileri, becerileri, yasakları, kuralları, inançları, değer yargılarını, görgü kurallarını ve insanın sosyalleşmesi için gerekli olan tüm toplumsal değerleri kapsar.Olumsuz aile tutumlarında ailenin verdiği sevgi ya yetersiz veya aşırı, eğitim ise gevşek ya da sıkı olmaktadır. Aşırı sevgi tutumunda, aile çocuğu sevgiye boğucu, onu çok koruyucu ve aşırı kollayıcıdır. Bunun sonucu olarak çocukta bağımlılık ve güvensizlik gelişir. Çocuk karşılaştığı her olayda anne-babasına yaslanır, onlara güvenir fakat kendisine güvensizdir. Sevgi yetersizliği veya yokluğu sonucu ise, çocukta kendine ve çevreye karşı güvensizlik ve olumsuz duygular gelişir. Doğal olarak aşırı sevginin veya yetersizliğinin dedereceleri vardır. Sevgi yetersizliğinin en aşırı ucu, çocuğu terketmek veya kabullenmemektir. Yetersiz sevginin, aşırı sevgiye göre sonuçları daha ağır olmaktadır .Sıkı eğitim, çocuğa olur olmaz yasaklar koyma ve yaşanmaz kurallar ile çoçuğu yetiştirmedir. Sıkı eğitim ve disiplin uygulayan anne-babalar çocuğu kendi tasarladığı bir kalıba göre yetiştirmek amacını güderler. Çocuk sıkı birdenetim altında tutularak en küçük yanılgı ve hataları gözden kaçmamakta, bunların üzerinde önemle durulmakta ve düzeltmesi istenmektedir. Böyle aileler fiziksel cezayı ön planda kullanmakta ve çocuklara kendilerini yönetme fırsatı vermemektedir. Bireyin kendine güvenini ortadan kaldıran, onun kişiliğini hiçe sayan birdisiplin yöntemi olan sıkı eğitim ile büyüyen çocuklar kibar, sessiz, uslu ve dürüst olmalarına karşın küskün, çekingen, kolay etkilenebilen, huysuz ve aşırı hassas bir yapıya sahip olabilmektedir. Gevşek eğitimde ise; hoş gör, boş ver; anlayışı egemendir. Bu anlayışta; Her şeyi hoş gör; çocuktur her şeyi yapar; çocuk özgür olmalıdır; onun her dediğini yapın; ona sevgi verin yeterlidir; şeklinde yüzeyel ve asılsız öğretiler vardır. Bu tutumda çocuğun olumsuz davranışları aşırı hoşgörü ile karşılanır. Aşırı gevşek tutumla yetiştirilen çocukların bencil, sabırsız ve anlayışsız oldukları ileri sürülmektedir. Aşırı denetim çocuğu pasifleştirirken aşırı hoşgörü çocuğun şımarmasına neden olmakta ve olgunlaşmasını engellemektedir. Bazı ailelerde ise disiplin bulunmakta, ancak ne zaman ve nerede uygulanacağı belli olmamaktadır. Anne-babaların tutumu aşırı hoşgörü ile katı cezalandırmalar arasında gidip gelmektedir. Böyle bir ortamda büyüyen çocuk hangi davranışın ne zaman ve nerede yapılacağını ayırdedemez. Tutarsızlık, bir günün bir güne uymaması biçiminde olabileceği gibi anne-babanın birbirine çok aykırı ceza ve eğitim anlayışlarının olmasından da kaynaklanabilir. Bu tutum sonucunda çocuklarda iç çatışmalar ve huzursuzluklar gelişir, ardından dengesiz ve tutarsız bir yapının oluştuğu gözlenir.

 

Disiplin:            Aile içindeki denge ve düzenin oluşturulmasında büyük önem taşır. Ancak disiplin toplumumuzda çoğunlukla "cezalandırma" ile eşanlamlı olarak değerlendirilmektedir. Her ne kadar kelime anlamıyla "katılık" ve "kuralcılık" gibi kavramları çağrıştırıyorsa da gerçek anlamda disiplin, cezalandırma kadar ödüllendirmeyi de içerir ve çocuğun topluma uyumunu kolaylaştıran davranışın yönlendirilmesini amaçlar. Disiplin, çocuğaistenilen davranış ve alışkanlıkları öğretir, kendi kendini denetleme ya da içdenetim demek olan ahlak gelişimini sağlar. Disiplin, tutarlılık ve esneklik gibi temel ilkeleri içermelidir. Katı ve baskıcı disiplinle davranışı yönlendirmeyi amaçlayan anne-baba; çocuğun kendilerine karşı korku, öfke ve kızgınlık içinde olmasına neden olur, çocuğa saldırgan olmayı ve sorunlarını şiddet yoluyla çözmeyi öğretir ve zayıf vicdan ve ahlak gelişimine yol açar.Araştırmalarda disiplin yöntemi olarak ödüllendirmenin ceza vermekten daha etkili olduğu saptanmıştır. Disiplin hem yeteri kadar hem de çocuğun yaşına uygun olmalıdır. Kurallar açık olmalı ve uygulanabilmelidir. Ceza verilmesi gerekiyorsa hemen uygulanmalı ve üstü örtülmemelidir. Ceza, çocuğun özüne değil de davranışlarına yönelik olmalıdır. Anne-babalar çocuklarına sevgi, anlayış, sabır ve hoşgörü ile disiplin vermelidir.Anne-baba-çocuk ilişkilerini içinde yaşanan toplumun etkileri belirler. Türk aile ve eğitim sistemine bakıldığında, genelde otoriter, kısıtlayıcı, aşırı koruyucu ve kontrol edici bir yapının ortaya çıktığı, çocukların saygılı, başeğici, pasif ve uysal kişilik yapısıyla biçimlendiği, kurallara uygun davranışlar ödüllendirilirken; aktif, sorgulayıcı, atılgan davranışların cezalandırıldığı görülmektedir. Başka bir deyişle, toplumumuzda çoğunlukla pasif ve söz dinleyen çocuklar anne-babayla olumlu ilişkilere girmekte, kendi görüşlerini ifade edebilen aktif ve girişken çocuklar ise çatışma kaynağı olmaktadır. Hoşgörülü ve demokratik ailelerde büyüyen çocuklar, arkadaşları ile ilişkilerinde daha etkin, daha girişken, yaratıcı fikirler ileri sürebilen ve fikirlerini söyleme eğiliminde görülen çocuklar olmaktadır.Sevgi ve şefkat insan ruhunun üretebildiği en gönül okşayıcı duygulardır. Sevgi, övgü ve takdir insana değerli olduğu duygusunu verir; değerli olduğunu hisseden insan da çevresine değer verir. Hepimizin ortak amacı çocuklarımızın fiziksel ve ruhsal olarak sağlıklı yetişmesidir. Bunda anne-babaların tutumlarının etkisinin büyük olduğu gerçeği yadsınamaz. Anne-babalarınçocuklarına yönelik tutumlarının sağlıklı olması, büyük ölçüde onların kendi içlerinde barışık, dengeli, huzurlu ve birbirlerine karşı sevgi ve saygılı olmalarına bağlıdır.Çocukların gösterdiği uyum ve davranış sorunlarının nedenlerinden birisi de ana babalarının onlara uygun sınırlar koymamalarıdır. Bazı ailelerde disiplin yok gibidir. Çocuğun tüm davranışları hoşgörüyle karşılanır. Çocuktur yapar; O daha çok küçük yüklenmeyelim; düşünceleriyle çocuğa sınırsız haklar tanınır. Çocuk istenmeyen bir şey yaptığında ana baba yumuşak bir şekilde; Yapma measjı verir, defalarca aynı mesajı tekrarladıktan sonra ikna edici nedenler ve açıklamalarda bulunulur. Bu arada çocuk istediği şeyi yapmaya devam etmektedir.Bazı evlerde ise disiplin vardır ancak ne zaman, nerede uygulanacağı belirsizdir. Anne babanın tutumu aşırı hoşgörü ile sert cezalandırmalar arasında gidip gelmektedir. Normalde izin verilmeyen bir davranış, anne babanın uğraşacak zamanı olmadığında ya da keyifleri yerinde olduğunda görmezlikten gelinir. Çocuk nerede durması gerektiğini bilemez. Davranışlarını; Ne zaman yaparsam cezadan kurtulurum; sorusuna göre ayarlar.Anne babalar kendi ruh durumları, çocuğun yapısı ve çevre koşulları nedeniyle çocuklarına karşı tutarsız davranabilirler. Hiçbir evde her zaman tutarlı olmak mümkün değildir. Burada sözü edilen tutarsızlık sürekli devam eden tutarsızlıktır. Birgün görmezlikten gelinen davranış, ertesi gün ağır ceza görüyorsa, annenin yaptığını baba bozuyor ya da babanın verdiği cezaya anne karşı çıkıyorsa, tutarsızlık gerçekten vardır. Tutarlı olmayan yaklaşım gevşek ve katı tutumların tüm sakıncalarını taşır. Çocukların sorumluluk almalarını engeller hem de onları aşırı deneme ve isyana teşvik eder.Tutarsız yaklaşım içinde annelerin sık başvurduğu yollardan birisi de acındırma yoludur. Beni çok üzüyorsun, Sizin yüzünüzden hasta oldumr, Beni birazcık seviyorsan yapma; diyerek çocuğun söz dinlemesini sağlamaya çalışan anneler vardır. Bu yolla çocuk endişelenir ama yine söz dinlemez hatta daha hırçın davranır.Bütün gün bağıran, azarlayan, söylenen anneler vardır. Çocuk davranışını annenin ses tonuna göre ayarlamayı öğrenmiştir. Anne en yüksek ses tonuyla bağırmadan söz dinlemez. Babaya şikayet etmek, babanın öfkesiyle korkutmak da diğer bir tutarsız yaklaşım örneğidir. Akşam baba eve gelince önce çocukların bütün gün yaptıkları anlatılır daha sonra; Bu seferlik affet babası bir daha yapmayacağına söz versin; denilerek babayla çocukların arasına girilir. Çocuk uyarıların uygulanmayacığını öğrenir, ertesi gün aynı senaryo tekrar yaşanır.Uygulanması sakıncalı olan ama ana babaların sık başvurduğu yöntemlerden birisi de çocuğa küsmektir. Konuşma benimle, ben senin annen değilim; Git başka anne bul; cümleleriyle çocuğu yola getirmeye çalışmak ve bunu uzun süre sürdürmek çocuğa küsmeyi öğretir. Çocuk tedirgin olur ve annenin kendisiyle barışması için elinden geleni yapar. Sonunda zaten vicdanı rahat olmayan anne hiçbirşey olmamış gibi barışır. Bazen anne çocuk arasındaki ilişki küslük öncesinkinden daha yakın olur.Bir disiplin aracı olarak söz edilmesi uygun olmayan ama günümüzde halen uygulanmakta olduğu için üzerinde durulacak bir yöntem dayaktır. Dayak bir anlık öfke ile başvurulan, çoğu kez amacını aşan bir cezadır. Öğretici değeri olmayan, etkisi kısa süren bir yıldırma yöntemidir. Dayak yiyen çocuklar çoğunlukla neden dayak  yediklerini unuturlar. O gün babasının kendisini dövdüğünden yakınan bir çocuğa o gün neler olduğu sorulduğunda, olayı hatırlamadığını söyleyecektir. Aklında kalan tek şey dayak yemiş olduğudur.Disiplin, bir eğitim aracı olarak düşünüldüğünde korkutma, utandırma, gururunu kırma gibi kavramlarla iç içe olmamalıdır. Disiplinin iki temel amacı vardır; Birincisi, çocuğa anlaşılır, kesin ve sınırları olan, güvenli bir ortam sunmaktır. Bu ortam çocuğun sağlıklı gelişimi için gereklidir. Disiplinin ikinci amacı ise, çocuğun kendi kendini yönetme yeteneği yani özdenetim kazanmasıdır. Çocuk denetim altında değilken de öğrendiklerini uygulayabilmeli, kurallara uymayı sürdürebilmelidir. Ana babası yanındayken kurallara uyan, ama denetim kalkınca çığrından çıkan çocuk özdenetim yeteneği kazanmamış demektir.Bazı ana babalar, disiplini, sorun olduğu zamanlarda başvurulacak uygulamalar olarak görürler. Çocuğum söz dinlemediği zaman ne yapmalıyım?, Bana vurduğu zaman ben de ona vurabilir miyim?, Verdiğimiz hiçbir ceza işe yaramıyor, ne yapacağımızı şaşırdık; ifadeleri bu bakış açısını tanımlar. Bu ana babalar için disiplin, acil durumlarda dokunulması gereken bir alarm düğmesidir. Böyle birdisiplin anlayışı eğitici değil cezalandırıcıdır. Önceden bir hazırlık yoktur, olay anında tepkisel yaklaşılır. Bu duruma gelmemek için disiplin, yaşamın birparçası olarak görülmeli, sorunları önceden önlemek için neler yapmamız gerekiyor; sorusuna yanıt aranmalıdır.Ana babaların etkili ve kesin sınırlar koyamamasının bir nedeni de çocuklarının sevgisini kaybetme korkularıdır. Çocuklar ana babanın bu korkusunu hissederler ve sınırlarla karşılaştıklarında onları sevmemekle tehdit ederler. Sen kötü bir annesin, senden nefret ediyorum; çok acımazsızsın, beni hiç sevmiyorsun; gibi cümlelerle anne babaya geri adım attırmayı başarırlar. Hiçbir çocuk sınırları isteyerek, memnuniyetle kabul etmez. Çocuğun kural koyan ana babaya; Bu kuralları benim iyiliğim için koyduğunuzu biliyorum, iyi ki kurallarınız var; demesini beklemek yanlıştır. Ana baba olmanın zor taraflarından birisi de konulan kurallar nedeniyle çocuğun kızgın olmasını tolore edebilmek ve geri adım atmamaktır. Çocuğuyla yakın ilişki kurmayı onunla arkadaş gibi olmakla karıştıran ana babalar da vardır. Arkadaşlık ilişkisinde eşitlik vardır, taraflar biribirlerine öneride bulunabilir, kararlar uzlaşarak alınır, yaptırım yoktur. Önerilen şey istenirse yapılır, istenmezse yapılmaz. Oysa çocuklar için evde tutarlı kurallar ve sınırlar koyan, sevgi ve destek veren bir ana baba gereklidir. Anababa sınırını koymalı, çok memnun olmasa bile uygulamaya devam etmelidir.
 
 Disiplin İçin Önemli İlkeler

1. Tutarlılık disiplin için en önemli ilkelerden biridir. Ana baba çocuğu uygun olmayan bir isteğine birkaç kez Hayır dedikten sonra sonunda Evet diyorsa, çocuk ısrar etmesinin işe yaradığını öğrenecektir.
2. Ana babanın söz birliği ve işbirliği yapması disiplin için gereklidir. Anne çocuğa; Dışarı çıkmadan önce oyuncaklarını topla; dediğinde baba; Bırak gitsin, arkadaşları bekliyor; diyorsa çocuk işine gelen kuralı dinleyecektir.

3. Ana baba davranışlarıyla çocuğa örnek olduğunu unutmamalıdır. Anne baba öğrettikleri kuralları kendilerinin de sergiliyor olması gerekir. Kardeşine vurduğu için çocuğunu döven bir baba, kimsenin kimseye vurmaması gerekir kuralını önce kendisi bozmuş olur. Çocuklar ana babaların birbirilerine nasıl davrandıklarını gözlemlerler. Eşini sürekli eleştiren ya da ona alaycı bir şekilde yaklaşan bir babanın yanında çocuğun kardeşine olumlu ve saygılı davranması beklenemez.Anne babaların, çocuklarına karşı tutumlarını etkileyen başlıca faktörler şöyle sıralanabilir:Anne ve babanın zihinlerinde nasıl bir çocuk istedikleri konusunda, daha doğumdan önce hayali bir çocuk kavramı oluşur. Dünyaya gelen çocuk, anne ve babanın beklentilerine uygun olmadığı takdirde, oluşan kırıklık sonucu, anne babada red etme tavrı gelişir.Toplumun kültürel değerleri, çocuklarını yetiştirme konusunda anne-babaların tutumlarını etkiler.Çocukların sayısı, cinsiyeti ve kişilik özellikleri anne-babanın tutumlarını etkiler (uyaran çocuk anne-babanın dikkatini daha çok çeker, kendisiyle ilgilendirir).Bütün bunların dışında, anne-babanın kendi çocukluk yıllarındaki deneyimleri, şimdiki tutumlarında etkili olabilir. Çocukluk yıllarında kendi anne babasıylasağlıklı bir etkileşim kuramayan, yeterli sevgi göremeyen bir baba ya da genç kızlık yıllarında aşırı baskı altında büyümüş bir annenin tutumları, bu kötü deneyimler nedeniyle olumsuz olabilir.Yine aile içinde eşler arasındaki ilişki, çocuklara karşı takınılan tavrı etkileyen bir başka faktördür. Örneğin, eşiyle anlaşamayan, mutsuz bir anne, tüm sevgisini çocuğuna vererek onunla aşırı derecede bütünleşebildiği gibi, tam tersine, saldırgan bir tutuma da bürünebilir. 
 
 

OLUMSUZ AİLE TUTUM ŞEKİLLERİ 

1.Aşırı sevgi ve gevşek eğitim:

Bu tutumu gösteren ailelerde sevgi, çocuğa şımartılacak derecede çok verilir ve disiplin yok denecek kadar azdır. Çocuktan çok az şey beklenir. Bu tarz yetiştirilen çocuklar genellikle erişkinlik yaşamlarında sorumluluk taşımayan, hep alıcı bireyler olarak karşımıza çıkar. Burada verilen sevgi, aşırı vericilik ve aşırı koruyuculuk biçimindedir. Disiplin tarzları ise yalancı bir hoşgörü biçiminde görünürse de aslında ailenin güçsüzlüğünün ve yetersizliğinin bir sonucudur. Çocuk ne kadar büyümüş olursa olsun, aile ona ilk yıllarda olduğu gibi daima vermeye ve korumaya eğilimlidir. Böyle çocukların ileride, doyumsuz ve bencil olma olasılığı fazladır. Eğer aile varlıklı ise çocuğu bir süre daha doyurulabilir; çocuk dayanaksız ve doyumsuz kaldığında ise alkol, kumar ve madde kullanımına başlama olasılığı artar.

1.) Aşırı sevgi ve sıkı eğitim:Burada sevgi, aynı birinci tutumda olduğu gibi aşırı verici ve koruyucu bir davranışla sunulmaktadır. Ancak çocuğa bir bebek gibi bakıldığı halde, kendisinden beklenenler çoktur. Hiçbir şey esirgenmez; özel dersler aldırılır, çeşitli olanaklar sağlanır. Buna karşılık çocuktan ileri düzeyde başarı beklenir. Bu tutumla yetiştirilen çocukların nevrotik olma olasılıkları çok yüksektir. Bu beklenti, sevgi ile beraber sunulduğundan çoğunlukla çocuklar tarafından kolay benimsenir ve benliğe sindirilir. Bazen çocuk bu özellikleri çok sindirmiştir ve kendisini aşırı derecede kontrol eder;  böylece acımasız bir üst benliğe sahip erişkin olarak yetişir.

2.) Yetersiz sevgi ve aşırı disiplin:Sıkı eğitim vardır ve disiplin genellikle aşırı cezalarla uygulanır; en küçük şeyde cezalandırma (dayak, şiddet) yoluna gidilir. Çocuk çoğunlukla aşağılanır ve horlanır. Böyle yetiştirilen çocuklarda saldırgan ve antisosyal davranışlara eğilim artar. Bu tür ailelerde büyüyen çocuklar, karşı çıkma ve saldırganlık gibi yollarla kendilerini kabul ettirmek isterler ve kendi iç dünyalarını açıklamakta zorlanırlar.

3.) Gevşek eğitim ve yetersiz sevgi:Bu durum yoksul ve kalabalık ailelerde gözlenir. Çocuğa düşen sevgi ve ilgi payı azdır. Çocuğun eğitimi de yetersizdir. Böyle çocuklar  "saldım çayıra, mevlam kayıra" anlayışı ile yetişir. Çocuk, kendi yolunu bulmaya çalışır. Böyle çocuklar pasif ve donukturlar. Bu tutumda da disiplinsizlik söz konusudur, ancak disiplinsizliğin buradaki nedeni sorumsuzluk ve ilgisizliktir. Sevginin yetersiz oluşu aşırı iticiliğe neden olur. Çocuk yeterli sevgi ve bakım görmez. Hazır olmadığı çağlarda bağımsızlığa zorlanır; bir an önce kendi kendisine yetmesi ve kendisine bakması beklenir. 
 
 

SAĞLIKLI TUTUM:
Ailenin çocuğa karşı tutumunun iki temel öğesi vardır; 1. Sevgi, 2. Disiplin. Kuramsal olarak en olumlu tutum, temel gereksinimleri en uygun biçimde karşılayan, kişide kendi kendisini doyurabilme yetisi geliştiren, iki temel öğeyi en sağlıklı biçimde ve oranda içinde bulunduran tutumdur.

Diğer Olumsuz Aile Tutumları
a. Anne ve babanın tutumları arasında tutarsızlık: Bu tutumda, bir çocuğa annenin ayrı, babanın ayrı bir tutum izlemesi söz konusudur. Çocuğa konulan sınırların sürdürebilmesi için anne-babanın davranışlarında tutarlı olması gerekir.

b. Aile içindeki kardeşlere farklı tutumlar: Burada çocuklar arasında ayrımcılık vardır. Örneğin, kız çocukla erkek çocuk arasında veya yatağını ıslatan çocukla diğer çocuklar arasında ayırım yapılır.

c. Aile içi kutuplaşmalar: Aile içinde bazen klikleşmeler, aile içindeki bir grubun başka gruba ya da kişiye karşı çıkması, gizli anlaşmalar oldukça sık görülür. Bazen anne-baba çocuklara karşı, çocuklar anne-babaya karşı, bazen de bir çocukla baba, bir başka çocukla anneye karşı kutuplaşabilir. Çocuk aile içinde herkesin yüklendiği bir şamar oğlanı da olabilir.
 
Sevgili Anne ve Babalar

Ergenlik, bireyin içinde bulunduğu toplumun onu artık bir çocuk gibi görmeyi bıraktığı, fakat yetişkin rolü ve işlevinin tümüyle verilmediği bir yaşam dönemi olarak nitelendirilebilir. Çocukluk dönemindeki dengeli ve uyumlu kişi, yerini oldukça tedirgin, zor beğenen, çabuk tepki gösteren gence bırakır. Çabuk sevinir, çabuk  üzülür, çabuk öfkelenir. Her şeyi sorun yapar. Tepkileri önceden kestirilemez olur. Duygusal bağımsızlığını gerçekleştirme isteğinde
olan ergenle ilişkinizde, hazırlamış olduğumuz bültenin sizin için bilgilendirici olduğu kadar ilgi çekici de olması ümidiyle.
Ergenlik dönemi bilişsel gelişim demektir, yani soyut düşünceye geçiştir. Bu değişim düşüncede hipotetik düşünmeyi ve olasılıkları düşünebilme gücünü arttırır. Artık anne-babanın söylediği her şey  önceki dönemlerdeki gibi sorgusuz sualsiz kabul edilmez. Ergenlik döneminde bulunan genç, kendi iç dünyasını keşfetmeye başlar. Kendi öznelliğini kazanmak ister. Onun için bağımsızlık en iyi ideal  olur. Bu idealinin önündeki en büyük engel olarak aileyi görür. Artık ergenin çocukluk döneminde olduğu gibi saf bir inancı yoktur. Hayatın eleştirel sentezi, ilk kez ergenlik döneminde başlar. Bu eleştirel yaklaşım her alanı etkiler. Bu dönemde ortaya çıkan değişikliklerde hem çevrenin, hem de aile ve okulun çok dikkatli olması gereklidir. Ergenlik dönemindeki gençlerden gelen istekler ve yeni arayışlar bir anlamda aile sisteminin değişmesine, ailedeki güç dengesinin sarsılmasına yol açar. Her zaman olduğu gibi aile içindeki  değişmeye karşı anne-baba, eski dengesini ve eski otoritesini kurmak için çaba gösterir ve ergenin arzularına karşı direnebilir. Anne-babadan özellikle davranış, tutum ve ilgiler bakımından bağımsız olmaya girişen ergenler, genellikle önceden izin almadan, ardından da, ayrıntılı rapor vermek zorunda kalmadan bir şeyleri arkadaşlarıyla birlikte yapmak isterler. Daha çok çöplüğe benzeyen odasının kapısına "özel mülkiyet", "uzak durun" levhaları astığını belli sürelerde anımsarsınız. Fakat, bağımsızlığın getirdiği özgürlükle birlikte, anne-babaya ve diğer  yetişkinlere duyulan sevgi ve saygıyı veren bir başka boyut daha vardır. Bu boyut, vermeyi ve almayı her iki tarafı da anlamayı gerektirir. Havınghurst'un (1972) belirttiği gibi ergenler, anne-babalar, onların üzerinde otorite kurmaya kalkıştığında sıklıkla baş kaldırırlar. Ama anne-babalar onları sorumlu yetişkin gibi davranmaya yüreklendirdiğinde, bağımlılık göstermeye çalışırlar.
Ergenlik dönemi dengesiz ve düzensiz bir evredir. Bu evre "gence hiçbirşey anlatılamadığı için, anlatma çabasının yoğun olduğu bir  dönem" olarak açıklanabilir. Dönem, bir çelişkiler dönemidir.
Yalnızlıktan duyulan hazzın yanı sıra bir gruba katılma özlemi, yetişkini hor görme ama ona dayanma; endişe ve umutsuzluğa karşın geleceğe coşkuyla yöneliş bu çelişkilerin en belirginleridir. Bu evrede duyguların şiddet kazandığı görülür. Bunlar sinirlilik, öfke, bağırma, herşeye karşı gelme gibi özelliklerdir. "İstediğim gibi giyinip gidemiyorum, bu okuldan hoşlanmıyorum.",
"Çok çalışıp, bütün sorulara cevap verdiğim halde yine zayıf aldım,  hep bu öğretmenin yüzünden." "Neden hep onun istediği yere gidiyoruz, gitmeyeceğim artık." Bu cümleler farklı kişilerin ağzından çıkmış, ama her birinin ortak bir yanı var: Öfke...
İçine buharlı basınç sıkıştırılmış tencere, eğer subabı aracılığı ile dışarıya biraz buhar aktaramaz ise ne olur? Patlar!
Öfke, enerjinin açığa çıkması olarak ele alınabilir.
Öfke tipik bir yağmurdan kaçarken doluya tutulma eylemidir  diyebiliriz.
Öfke de tipik üzüntü ve mutluluk gibi bir duygudur. Ancak öfke duygusu pek çok kişiye ürkütücü gelmektedir. Çünkü bu duygunun çevreye ve ait olduğu bireyin kendisine yansımaları oldukça olumsuz olabilmektedir. Olumsuz bir duygunun kabul  edilmesi de pek kolay olmadığı için birey "öfkesini" bir türlü anlayamamakta, hatta inkar bile edebilmektedir. Öfke oldukça güçlü  bir duygudur ve inkar edildiği takdirde kolaylıkla zarar verebilecek bir hale dönebilir. Öfkeli olduğumuz zaman mantıklı iletişim kurmamız hemen hemen imkansız gibidir. Öfke iki temel nedenle ortaya çıkabilir. Bu nedenlerden birincisi bireyin kendisinden, ikincisi ise karşısındaki birey(ler)in onda  oluşturduğu duygulardan kaynaklanabilir. Genellikle öfkeye yol açan  nedenler arasında; engellenme, haksızlığa uğrama, fiziksel ve psikolojik incinme ve yaralanmalar, tacize uğrama, hayal kırıklığı, saldırıya uğrama, tehditler sayılabilir.
Çocuklukta öfke duygusunu yaratan durum ve olaylarla bu  duyguların dışa vurumu anne-baba ve ailedeki diğer yetişkinlerin  taklit edilmesi ile öğrenilir. Öfkenin her durumda dışa vurulmasının  olumlu bir davranış olmadığı yine aile ve yakın çevrenin etkisi ile çocuğa ve ergene kazandırılır. Böylece ergen öfkesini ne zaman, kimlere karşı dışa vuracağını, ne zaman da bastıracağını bilerek  yetişir. Anne babası ile olan ilişkisinde bağımsız isteklerinin  etkilenmesi, baskıcı otoriter davranılması, evdeki yasaklar ergeni öfkelendirir.
Gururunun zedelenmesi hem üzüntü ve kırıklık yaratır  hem de öfke doğurur. Gençlerin sık sık yaşadıkları bir sorundur; çünkü kontrol etmeyi henüz öğrenememişlerdir. Öfke çabucak  alevleniyorsa, kaygılanacak birşey yokmuşçasına hızla söner. Öte yandan öfkenin altında yatan kırgınlık duygusu paylaşılmazsa en  ufak bir kışkırtma sorunların yeniden yaşanmasına neden olabilir.
Öfke duygusuna saldırganca davranışlar gösterme tepkisi eşlik edebilir. Bazı ergenler öfke ve düşmanlık duygularını, ya kendilerine yöneltebilirler ya da kendilerini daha güçlü hissettikleri çevrelerde  daha güçsüz kişilere yansıtabilirler.  Olumlu ya da olumsuz her duygu gibi öfkenin de bir ömrü var. Bu ömür tamamlandığında öfke kaybolur. Ancak öfkenin bu tatsız süreyi kısaltmak ve onu daha iyi anlamak için tüketilmesi gerekir.
Bu nedenle ergenin, kızgınlığının neyi tetiklediğini bulması ve başa çıkabileceği stratejileri geliştirmesi gerekir. Öfkeyi doğru ifade etme becerisini kazanmaya "öfke kontrolü" denir. Öfke kontrolünde temel  amaç; saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen, kişinin kendisine ve çevresindekilere zarar vermeyecek şekilde duygusunu ifade etme  becerisini kazanmasıdır.
Ergenin duygusal bağımsızlığını kazanma sürecinde öfke kontrolünü  sağlaması tek taraflı yeterli değildir.Ancak ebeveyn de aynı ergen  gibi yaşayabileceği öfke ile başedebildiği taktirde ilişkileri olumlu  etkilenecektir.
Öfkenizin gerçek kaynaklarına odaklanmayı öğrenin. "Bu  durumda beni öfkelendiren şey?", "Burada asıl sorun ne?", "Ne  düşünüyor ve hissediyorum?", "Değiştirmek istediğim ne?" gibi  soruları sormak yerinde olacaktır. İletişim becerilerini kullanın. Bu söylediklerimizin duyulması ve  farklılıkların tartışılması şansını arttıracaktır. Bazı ilişkilerde sakin ve suçlamalardan uzak bir konum sağlamak, uzun soluklu bir  değişim yaratmak açısından çok önemli olabilir. Açık ve etkin bir  iletişim kurmak, koşulların iyi olduğu durumlarda bile oldukça  güçtür. Öfkelendiğinizde ise, daha da güçleşir. Ne de olsa,  fırtınanın tam ortasındayken kendinizi gözlemlemeniz ya da  esnek davranmanız pek olası değil. Duyguların yoğun olduğu  durumlarda  sakinleşmeyi  ve  yakındığınız  etkileşimlerde  oynadığınız rolün ayırdına varmak üzere biraz geri çekilmeyi öğrenmelisiniz.  Farkında olmadan çok sık kullandığınız ve sizi kızgınlık  duygularına hazırlayan, "asla!" ya da "her zaman!" gibi sözcükleri  zihninizde yakalamaya çalışın. Bu tür sözcükler kızgınlık  duygunuzda haklı olduğunuzu düşünmenize yol açar ve  problemin çözümüne katkıda bulunmaz.
Kendinize; öfkeyle hiçbir şeyi çözemeyeceğinizi, bunun kendinizi  daha iyi hissetmenize yardımcı olmayacağını, hatta kendinizi  daha da kötü hissedebileceğinizi hatırlatın.
Mantık öfkeyi yener, çünkü haklı bir nedene bağlı olsa da, çok  çabuk mantık sınırlarını aşabilir. Bu yüzden öfkelendiğinizi  hissettiğinizde mantığınıza sığının.  Öfke kontrolünü öğreten pek çok yöntem vardır. Doğru yöntem kişiden kişiye değişir. Doğru yöntemi belirlerken; kişinin kendi  kişiliğine, yaşam tarzına uygun olanı seçmesi ve seçtiği yöntemi uygularken günlük yaşamında fazladan sıkıntı hissetmemesi göz  önüne alınması gereken temel faktörlerdir.




Yorumlar - Yorum Yaz
Üyelik Girişi
DUYURU
booked.net